Yorgunluk!
Günün ilk saatleri ama sanki tüm zamanların yorgunluğunu biriktirmişim üzerimde. Yürüyorum. Etrafımdaki herkes yavaşlamış, her nesne ağırlaşmış gibi. Kış bitiyor. Bunun yorgunluğu belki de üzerimde kalan! Çalıştığım ofis Cihangir'de. Metro'yu kullanıyorum her gün. Meydana Gezi parkından çıkıyorum. Parkın içinden geçerken baharın gelişini ufak ufak hissediyorum. Çıplak ağaçlar tomurcuklarla örtünmüş. Kuşlar tüylerini kabartıp havalandırıyor.
Evsizler ve tinercilerden başka kimse yok ortalıkta. Gezi’nin isyancı çocuklarını arıyor gözlerim. Bir yıl geçti tam üzerinden. Olaylar sırasında kaybettiğimiz canları anmak için yapılan temsili anıtın yerinde yeller esiyor. Hiç bir şey olmamış gibi! Unutuldu demek! Hayat sanki unutmak ve hatırlamak üzerine. Hatırlamak için unutmak zorunda mıyız?
Gezi Parkı'nın Taksim meydanına bakan tarafındaki merdivenlerde soluklanıyorum. Bu noktadan geniş bir açıyla etrafıma bakabiliyorum. Ne kadar güzel ve temiz görünüyor her yer. Cilalı bir ilizyon! Sol çaprazımda kalan AKM'nin pencerelerine sabah güneşi yansıyor. Sağ çaprazımda Cumhuriyet anıtı var. Anıtta bir kadın heykeli. Ve bu çağdaş kadının tam karşısında Atatürk Kültür Merkezi.
Ben etrafı izlerken, gezi isyanının görüntüleri hızla AKM'nin kırık pencerelerinden kayıp geçti sanki. 44 yıllık tarihinde bu meydandaki bütün olaylara tanıklık etmiş dev bir projeksiyon perdesi gibi dikiliyor karşımda AKM. O yüzden belki de katlini vacip görüyorlar. Bu perdeye artık bakamıyorlar. İnsanlık adına utanç verici bir tanıklık çünkü tüm bu olup bitenler. Sezonun son perdesinde son kez sahne aldı Geziciler.
Benim Taksim’le tanışıklığım yaklaşık 20 yıllık bir geçmişe sahip. Lise çağlarında birkaç kafa dengi arkadaşımızla okuldan kaçıp Gezi parkının içindeki “fışkıyeli” havuzun etrafında vakit geçirirdik. Sökülmek istenen o çilekeş ağaçların dallarına çıkardık. Ayfonlarımız olmadığı için o zamanlar çantamızda fotoğraf makinası taşırdık. O parkta, o ağaç dallarında çekindiğimiz ne enstantaneler var. Niyeyse sürekli koşardık istiklal caddesinde. Devrim koşusu değildi elbette! Sinema seanslarına sürekli geç kalırdık. Sanırım bunun için koşardık. Hatta İstiklal'i ikiye bölen, tarihi tramvay'ın sağında solunda sıra sıra ağaçlar vardı o zamanlar. Bir keresinde koşarken takla atmıştım ve gülmekten yığılıp kalmıştım o rayların üstünde. Saklarım hala o fotoğrafları.
Çılgın kızlardık biz. Başkalarına göre edepsizdik. Ama hayır biz sadece kanı kaynayan pırıl pırıl gençlerdik. Şimdi de marjinal olduk, oldurulduk! Ama ben biliyorum ki, ne isek o olduk! Asla iki yüzlü olmadık, asla kimseye boyun eğmedik. Hayatımız boyunca cesur ve dürüst kalmayı, adaletten yana olmayı, dişiliğimizden ve değerlerimizden ödün vermemeyi başardık. O zaman da isyan vardı ruhumuzda ama henüz ülke çapında değildi isyanımız, aile çapındaydı. Şimdi bakıyorum da 20 yıl sonra isyanım da büyümüş benim gibi, benim kadar!..
Adım Evrim benim. Devrim’e en yakın şeydir Evrim. Ne devrimler gördü ruhum, ne rejimler yıktım ruhumda, gene de yaklaşamıyorum bağımsızlık denen yaşama güzelliğine… N’olacak halimiz?..
(2014)