top of page
Ara

Ada Vapuru Yandan Çarklı

  • Evrim Aykan
  • 30 Kas 2016
  • 4 dakikada okunur

O sabah, tatlı uykusundan uyanıp gözlerini açtığında ilk aklına gelen şey Heybeliada olmuştu.

Son günlerde geçmişiyle ilgili ne çok anı geliyordu aklına. Bahar geldiğinden beri Heybeli’ye gitmek istiyordu. O’nu oraya çeken neydi bilinmez ama 21 yaşında, daha üniversitede okurken evlendikleri, birbirlerini büyüttükleri ve yedinci yıllarını devirdikleri kocasıyla beraber vakit geçirmek istiyordu o gün.

Çocukça bir sevinçle yataktan fırladı. Sevinçleri hep çocukçaydı. Yanlarına neler almaları gerektiğini düşündü. Mayolar, havlular, yedek kıyafetler, güneş gözlükleri… O böyle durumlarda temkinliydi, kafasında her şeyi yedekler, kendine notlar alırdı. Unutmak ve bir şeyleri ıskalamak ona göre değildi. Karısının bu huyunu bilen kocası, sorumluluk almamanın dayanılmaz hafifliği içindeydi.

Uzun zamandır evde yapılmayan kahvaltılarla - buna genellikle akşam yemekleri de dahildi- birlikte mutfakla aralarına mesafeler girmiş, diğerleri için özel bir yere sahip olan, anlam yüklenmiş bu mekan, onlar için oldukça sıradan, sadece musluğu olan, evin herhangi bir odası haline gelmişti. Yolda bir şeyler atıştırabileceklerini düşünerek bir an önce yola çıkmak istiyordu fakat her zamanki rahatlığı ve dalgınlığıyla ağır ağır hareket eden kocasının hiçbir zaman acelesi olmazdı. Zaman ile her ikisinin de bir problemi vardı. O zamanı çok ciddiye alırken kocası bu mefhumu hiç ciddiye almazdı. Zaman da bu durumdan memnun değildi lakin aldırış etmeden akıp giderdi…

Kabataş iskelesine vardıklarında deniz otobüsünün kalkmasına 15 dakika vardı, kapılar kapandığı için önünde biriken insan kalabalığı homurdanıp duruyordu, kimseyi içeri almıyorlardı. İçinden kocasına kızarak; “uyuşuk herif! biraz daha acele etseydi yetişebilirdik belki” diye geçirdi ve yine kocası&zaman, zaman&kendisi, kendisi&kocası arasında ki ilişkiye öfkelendi. Ne zamanki öfkelense sessiz bir gülümseme yapışırdı yüzüne. Bunu yapmaya o kadar alışmıştı ki öfkelendiği için mi gülümsüyordu yoksa gülümsediği için mi öfkeleniyordu artık ayırt edemiyordu. Duruma hakim olan kocası hemen ilerideki vapur iskelesine yöneldi, vapur saatlerine baktı, ücretlere baktı, bir durum değerlendirmesi yaptı ve bir saat sonraki vapurla 2.5 saat sürecek deniz seyahatlerine çıkabileceklerine karar verdi. Karar merciisi her zaman kocasıydı.

Vapur saatine kadar, yolun karşısındaki popüler mekanların birinde oyalandılar. Kahve ve çikolata kokularının birbirine karıştığı, Cihangir’in, Kazancı Yokuşu’nun entel dantel tiplerinin uğradığı bir mekandı burası… Kahve Dünyası… Böyle basit mekanlarda basit bir kahvaltı yapılabilirdi, yediği soğuk sandviçle metabolizmayı ateşlemiş, çarkları, çakraları harekete geçirmişti. Karıştırılan birkaç popüler gazeteden popüler haberleri okumuş, bu popüler mekanda pek bir popüler hissetmişti kendini.

Vapur saati yaklaşmıştı.

Kocası çikolatayı çok severdi, gözü raflardaki tatlılarda kalmış, kan şekerleri düşerse yenmek üzere çikolata kaplı lokumlardan da almayı ihmal etmemişti.

Yakındaki büfeden de birkaç gazete daha alıp zaten dolu olan kafalarını daha da bir dolduracaklardı. Açlığını kısmen bastırmış olmasına karşın ruhundaki ve beynindeki açlığı bastıramıyordu. Bilgi açlığı çekiyordu, bu nedenle mi alıyordu bu saçma gazeteleri! Gazete, gözlük, çikolata… Her şey tamam mıydı? Eksik olan neydi acaba!

Vapur daha iskeleye yanaşmamıştı. İskelenin yanındaki çay bahçesinde beklemek istediler, dar/zor bulabildikleri boş bir masaya oturdular. Eskiden hiç çay içmezdi, şimdi nedense seviyordu çay içmeyi. Çayını yudumlarken etrafını izliyordu. Yan masada oturan orta yaşlı, modern bir çifte takıldı gözleri. Kadın bakımlı ve rahattı, adam ise gizemli ve kabaydı. Anlayamadığı bir şeyler konuşuyorlardı, ne konuştukları umurunda değildi de anlaşılmaz olan bu iki insanın nasıl bir araya geldiği idi. Aralarındaki ritimsizlik dikkat çekiciydi. Böyle durumlarda devreye giren ön yargısını susturmak için paradigmayı değiştirmeyi ve empati kurmayı denerdi. Çoğu zaman bunu başarabilirdi ama bilirdi ki başardığı şey paradigmayı değiştirmek değildi. Gerçekleri değiştirmekti! Oysaki gerçekler asla değişmezdi!

Nihayet vapur iskeleye vardığında, kargaşalı bir sevinçle ve değişmeyen gerçekler eşliğinde bindiler ada vapuruna. Vapurun kıç tarafına ilerleyip yerleştiler. Vapurun bu kısmını ve köpüren dalgaları izlemeyi çok severdi. Motorlar çalışıp, dalgalar köpürdüğünde vira vira demir alacaktı dünya fakat bir türlü hareket etmiyordu vapur. Bir süre sonra ayakta durmaktan yoruldu ve eskimiş, pis, tahta zemine oturdu. Aldırış etmezdi böyle şeylere. Otururdu her türlü pisliğin içine. Kocası ise onun tersine asla yapmazdı böyle pis şeyleri. O bir Paranoid Obsesifti. Fakat karısı O’nun için temiz bir güverteydi.

Giderek dolan vapurla ufak bir endişeye kapıldı. Oturduğu yerden hiçbir şeye aldırış etmiyormuş gibi etrafını izliyordu. Bu O’nun yöntemiydi, çok fazla aldırış ettiği zaman aldırış etmiyormuş gibi yapardı. Mesela o an nelere aldırış etmediğini düşündü;

Büyük adam olma hayalindeki üniversiteliler,

Anadolu’nun bağrından kopmuş gelmiş sivilceli ergenler,

2 kilo hıyar, bir baş soğan, kavun, karpuz ve bir küçük baş koyunu oracıkta ızgara yapacak aileler,

Yassı adayı fuhuş yuvasına çeviren fahişeler,

İstanbul’a hayran turistler…

Mesela o an karnını doyuramayan ama akıllı telefonları cebinden eksik olmayan gençlik kulak tırmalayan bir müzikle ortalığı inletiyordu. Bu bin bir ses bin bir nefes arasında kocasının nefesini hissetti yakınında. Kulağına eğilmiş yaşadığı kültür şokunu tariflemeye çalışıyordu karısına; “Biliyor musun, sanırım dünyanın her yerinde alt kültürün davranış şekli bu. Avrupa’da ya da Amerika’da da zenciler metrolarda rap müzik dinliyorlar… benzer hayat formları sanırım... anlıyor musun ne demek istediğimi?"

Dünyalı kocasının ne demek istediğini anlamaya çalışırken hınca hınç dolan vapurun kapasitesini merak etti. Her şeyi bilen kocasına bu soruyu sordu; “Bu vapur bizi taşır mı?”

Endişesini okuyan kocası, o her duruma hakim edasıyla bir hesap yaptı ve bir sonuca vardı; "korkma, taşır!” dedi. Ama o yine de çok korkuyordu.

Bu kadar insanı taşıyabilir miydi bu vapur?

Bu kadar yobazlığı,

Bu kadar cahilliği,

Adiliği, pisliği, bencilliği,

Bu kadar fakirliği-zenginliği,

Güzelliği-çirkinliği…

Bu kadar çeşitliliği-tezatlığı kaldırabilir miydi?

Kapasitesi neydi ki? Hayat bir dualite miydi?

Vapurun güvertesi hınca hınç doluydu. Oturduğu yerde daraldı, nefesi sıkıştı, ayağa kalkıp güvertenin korkuluklarından kendisini sarkıttı. Birbirine karışan tüm bu ağır kokular ve sorularla, uzaklardan belli belirsiz gelen deniz kokusunu ayıkladı ve derin bir nefes aldı. O nefeste Sezen Aksu’nun köfte dudaklarıyla söylediği o neşeli şarkıyı hatırladı.

Ada vapuru yandan çarklı Bayraklar donanmış cafcaflı Simitçi kahveci gazozcu Şinanay da yavrum şinanay

Şinanay da şinanay hopa şinanay…

(2007)

You Might Also Like:
IMG-20150726-WA0096
IMG-20150726-WA0032
IMG-20150726-WA0029
IMG-20150726-WA0027
IMG-20150724-WA0075
IMG-20150722-WA0082
20150720_081023
20150723_171052
IMG-20150721-WA0002
IMG-20150721-WA0010
IMG-20150718-WA0046
IMG-20150718-WA0043
Guguk-kusu
rota
Başlıksız-1
IMG_1600
CIMG3852
CIMG3190
DSC_1151
230
209461_10150184225272822_2683756_o
Başlıksız-1
CLvRA5
forest-04
12208300_10153657156922822_4462313531267070309_n
essay-writing
01-reading-a-book
tumblr_inline_n9n20p54yM1rba57i
200_s
cinema
tumblr_static_81kiply24twco4wssskgcsccs
e7fa4ff3aa7a8bdcda0c0010168798cb
spiral-the-great-circle-of-life-from-sacred-of-geometrys-facebook-page-946305_541235905913355_146467
wallpaper-nature-rainy-season
cffe67ff937c218b416c198ba3a43ded
rangi-papa
painting
rainy-weather-bamboo-tree-tattoo-design

             1980’de, Doğu Karadeniz’in bir köyünde, hayatı boyunca hiç manikür ve pedikür yaptırmayacak bir primat olarak dünyaya gelmiş. Kaçkar dağının eteklerinde, inekler, keçiler ve kartallar tarafından bir dağ kızı olarak yetiştirilmiş. Dağların keskin soğuğu cildini yakmış, Çoruh nehrinin azgın dalgalarında saçlarını yıkamış ve çok elma yemiş. O yüzden yanık tenli, kıvırcık saçlı ve kırmızı yanaklı olmuş.

Denizi ve asfalt yolları ilk defa 8 yaşındayken, ailesiyle beraber İstanbul’a taşınınca görmüş. Yüzmeyi 30 yaşında öğrenmiş. 30 yaşında gördüğü okyanusun derinliğinden çok korkmuş. Hala iyi yüzemiyormuş. Onu kartallar büyüttüğü için yüzmek yerine uçmayı tercih ediyormuş.

Çocukken başı kesik bir tavuğun hala koşabildiğini görünce travma geçirmiş. Kendi türünün omnivor bir hayvan olduğu gerçeğini bir türlü kabul edememiş. Bu yüzden türüyle hep kavga etmiş. Kedileri çok severmiş ama canlıların doğada yaşaması gerektiğine inanırmış, o yüzden şehirdeki evlerde kedi besleyemezmiş.

Yazı yazmayı öğrendiği günden beri günlük tutarmış. İlk-orta-lise ve üniversite eğitimini İstanbul'da tamamlamış. Mezun olduğu güzel sanatlar üniversitesi’nin rıhtımı, kendini ait hissettiği, özgürlüğünü ve yaratıcılığını keşfettiği ilk ve tek yer olmuş ama niyeyse yaşamak, öğrenmek ve para kazanmak için biraz acele etmiş. Üniversiteyi bitirmeden çalışmaya başlamış. Ama hiçbir zaman ihtiyacı olandan fazla para kazanamamış, bu yüzden ihtiyacı olandan fazlasını hiç harcamamış. Öyle ya da böyle bir gün okuldan mezun olmuş. Bir takım işler yapmış lakin kariyer yollarında da hiç öyle kendini paralamamış. Çünkü DNA diziliminde hırs denen gen yokmuş. Çalışmaktan çok sıkılmış. Uzakları merak etmiş. Vaktinden önce evlendiği adamla güney yarım kürenin en ucuna gitmiş. O kadar uzakta olmaktan çok korkmuş ve geri dönmüş. Kaldığı yerden devam etmek istemiş ama vaktinden önce evlendiği ve çok sevdiği adamdan ayrılmış. Çünkü kalbi kırılmış. Bir süre alçıda kalmış.

Yeni sayfalar açmış, yeni düzenler kurmuş, yeni insanlar tanımış, kırılan yerlerini alçılara sardırmış, yılmamış kırık dökük yola devam etmiş. Yaşama ve insanlara olan tutkusunu, merakını hiç giderememiş. Çok kitap okumuş ama kafa karışıklığı hiç geçmemiş. Sorunun ne olduğunu bir türlü çözememiş; babası mı onu sevmemiş, iyi bir vatandaş mı olamamış, öğretmenleri ona yanlış şeyler mi öğretmiş... muamma! 

Belki de lanetli hafızasıdır tek suçlu!

“Küçük şeyleri unutamayanlar, en geri hatıraları da unutamayanlardır. Hafızalarının bu bahtsız kuvveti karşısında hiçbir memleket, hiçbir vatan tutamadan her yeri, her şeyi severek öleceklerdir.” Sait Faik Abasıyanık

İşte böyle olmuş Evrim.

Evrim Kim?

Join my mailing list

Search by Tags

© 2023 by Going Places. Proudly created with Wix.com

bottom of page