top of page
Ara

Cüzdan

  • Evrim Aykan
  • 30 Kas 2016
  • 4 dakikada okunur

Serap tramvaya binerken, çantasının açık olduğunu fark etmedi. Bütün gün ayakta kalmaktan ve konuşmaktan yorgun düşmüş, dikkati dağılmıştı. Onlarca insana, onlarca defa, onlarca sayıda soru sormuştu. Şikayet etme lüksü yoktu, çalışmak ve para kazanmak zorundaydı. En kısa zamanda, en kestirmeden bulabildiği anket işi önceleri ona ilginç ve kolay gelmişti. Fakat aradan geçen zaman zarfında bu soru-cevap işi canını sıkıyor ve kazandığı insan tanıma yetisiyle herkesten nefret eder hale geliyordu. Nefret ettiği insanları kafasında şıklara göre ayırıyordu;

A şıkkı insanları Arsız,

B şıkkı insanları Bencil,

C şıkkı insanları Cesur,

D şıkkı insanları ise Dönekti…

Anketlere cevap vermeyenler ise E şıkkının kendisi yani hiç birisiydi… Şık giyimli insanlar, harf harf yüzler, yürüyen ayaklı seçenekler…

İnsanlar başkalarının sunduğu tercihler arasında kendi tercihlerini ve kendi hayatlarını seçtiklerini düşünüyorlardı. Binlerce konuşan ağız, kaçırılan bakış, teklif etmek ve reddedilmek arasında sıkışıp kalan Serap. Bütün bunlar arkadaşı Metin’in başının altından çıkmıştı.

Metin, Zeus’un ölümlü bir anketçi kızla macerasından doğmuş yarım bir Tanrı sayılırdı. Güçlü bacaklarıyla, bir at gibi bütün gün ayakta kalabiliyor ve yine güçlü sezgileriyle kimin A, kimin C olduğunu Serap’tan çok önce ve kesin bir şekilde ayırt edebiliyor, seçeneklerine ona göre yaklaşıyordu. Serap’ı da çoktan çözmüş ve alfabede henüz olmayan bir harfin yerine koymuştu. Metin’in Serap için yaptığı en şık hareketlerden biri de Serap’ın en ihtiyacı olduğu anda ona bu işi ayarlamak olmuştu. Metin Serap’a ilgi duyuyor bu yüzden hep onun etrafında dolanıyordu. Serap da bunun farkındaydı fakat bugünlerde Serap'ın ihtiyacı olan şey duygusal bir ilişki değil paraydı.

Serap yine de Metin’den uzaklaşamıyor ve onun yanındayken kendini güvende hissediyordu. Nihayet oldukça seçenekli ve yoğun bir günün ardından, Metin'le beraber tramvay'ı bekliyorlardı. Ve sırt çantasının açık olduğunu hala bilmiyordu Serap. Tramvay geldiğinde Metin önden bindi. Kaçırılan bakışlar, temas etmemeye veya temas etmeye özen gösteren bu yabancı bedenler arasında Metin, Serap için boş bir koltuk tutmuştu. Çok şükür ve ne gariptir ki kimse konuşmuyor ve nihayet hiçbir ağız hareket etmiyordu.

Nihayet koltuğa yerleşince çantasının açık olduğunu fark etti Serap. Fermuarı iyice açtı ve kara deliğe benzeyen çantasını telaşla karıştırmaya başladı. Bütün a’ lar, b’ ler, c’ ler … her şey vardı ama cüzdanı yoktu yerinde. Cüzdanını çaldırmak seçeneklerini çaldırmaktan daha iyiydi ama Serap yüzündeki şaşkınlığı ve üzüntüyü gizleyemedi. Metin’den rahatlatıcı bir söz beklerken, Metin ne söyleyeceğini o an bilemedi. Metin sessiz kalınca, “her şeyim onun içindeydi, ne bok yiycem şimdi!” diyerek ağlamaklı oldu Serap.

Metin Serap’ın cüzdanındaki o “her şeyi!” merak etti. Serap’ın neyi olacaktı ki! Varı yoğu aldığı üç kuruş haftalıktı onu da vicdansız hırsızın birine kaptırmıştı. Zaten para onun için bir çeşit masaldı; bir vardı bir de yoktu. Şimdi bu koca haftayı nasıl geçirecekti? Daha yeni işe başlamış ve yaşadığı sıkıntıları bir türlü atlatamamıştı. Ödeyemediği birkaç ayın kirasını ve biriken faturalarını da hatırlayınca midesi bulandı. Eyvah! Nufus kağıdı da cüzdanındaydı. Şimdi tüm hayatı hükümsüzdü.

Serap çok güzel bir kız değildi ama zekasını kullanırken dünyanın en dikkat çekici insanı olabilirdi. Metin bir sene önce, Taksim meydanında anket yapmak için bir “seçenek” beklerken gözüne kestirmişti Serap’ı. Zekası dışında aynı zamanda dünyanın en sevimli sakarı da olan Serap, o gün, elindeki kitapları düşürmüş, onları toplayayım derken, şapkasını düşürmüş, şapka rüzgardan uçmuş, onu yakalayayım derken de elektrik direğinin dibindeki çöp kutusunu devirmişti. Tıpkı doru atlarının alnındaki beyaz lekeler gibi bir lekesi vardı Metin’in. O gün bu doru atını karşısında görünce şaşıran Serap, yönünü değiştirmek istemişti ama bir türlü kurtulamamıştı Metin’den. Metin ısrarla Serap’la anket yapmak istiyor, peşini bırakmıyordu. Metin’in bir hali Serap’ı ikna etmişti. Metin kendi belirlediği sorularla, Serap hakkında bazı bilgiler edinmiş ve onu etkilemişti. Serap o günden sonra da çok defa onunla o meydanda rastlaşmış ve bir çeşit arkadaşlığa başlamışlardı. Bugün yanında olan, ona iş bulan ve şimdi simsiyah gözleriyle Serap’ın ta içine bakan Metin “bir şeyleri toplu halde çaldırmak için taşıyoruz galiba cüzdanları” deyince Serap'ı güldürmeyi başardı.

Tam bu sırada, ara durakların birinde durmuş olan tramvay, homurdanarak yeniden hareket etti. Tramvayın homurtusu giderek arttı ve kulakları sağır edecek metal çığlıklar atarak hızlandı... hızlandı... hızlandı… Geçtiği yerlerde gökyüzü yırtıldı ve sonunda öyle bir sarsıntıyla durdu ki, Serap’ın iç organları dışarı fırlayacaktı. Serap yaşadığı şokla etrafına bakarken tramvayın tavanının yerinde olmadığını anladı. Gökyüzünü görüyordu açık tavandan, tuhaf, sim siyah bir yarık vardı gökyüzünde. O yarıktan aniden küçük bir cisim düşmeye başladı. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki Serap n'apacağını bilemedi. Düşen şey ona yaklaştıkça fark etti ki; Cüzdanı! Kaybolan cüzdanı bu! Önüne düşen cüzdanı eline aldığında zaman durmuş, yer çekimi kaybolmuştu. Bu ne biçim bir andı! Hatta ne biçimsiz bir zamandı! Bütün bu acayipliklerden Metin onu kurtarmayacak mıydı? Nereye kayboldu Metin! İnsanlar neden kıpırdamıyordu? Neden Serap’ı kimse fark etmiyordu? İnsanların yüzleri yoktu, sadece harfler görüyordu. A yüzlü çocuk, B yüzlü kadın, D yüzlü adam… Düştüğü dehşetten kurtulmak ve bu lanet tramvaydan inmek istiyordu fakat kapılar açılmıyordu. Tramvay’ın açık tavanından dışarı çıkabilirdi. Oraya nasıl ulaşabilirdi? Hareketsiz duran insanların üstüne tırmanarak tavana çıktı ve gökyüzünde bir şey fark etti. Bu sefer o küçük yarıktan kocaman bir el Serap’a doğru uzanıyordu.

Metin, o büyük elleriyle Serap’ın yüzüne dokundu ve “hadi kalk Serap, geldik bizim durağa” dedi. Serap yorgunluktan oturduğu koltuğa yığılıvermiş, kısa sürede de uykuya dalmıştı. Uyandığında Metin’i karşısında görünce afallamış, gördüğü rüyanın etkisiyle hemen fermuarı açık olan çantasını yoklamıştı. Cüzdanın yerinde olduğunu görünce derin bir nefes almış ve gördüğü şeyin bir rüya olduğunu anlamıştı. İndikleri duraktan, Kazancı yokuşuna doğru tırmanmaya başladılar.“Metin" dedi Serap, "tuhaf bir rüya gördüm yolda, cüzdanım çalınmış benim güya…”

Kazancı yokuşuna usulca bir yağmur yağmaktaydı, ıslanmaktaydı Serap, ıslanmaktaydı Metin, ıslanmaktaydı bir aşk ihtimali… Yumuşayıp dağıldı ıslanan anket kağıtları…

(2010)

You Might Also Like:
IMG-20150726-WA0096
IMG-20150726-WA0032
IMG-20150726-WA0029
IMG-20150726-WA0027
IMG-20150724-WA0075
IMG-20150722-WA0082
20150720_081023
20150723_171052
IMG-20150721-WA0002
IMG-20150721-WA0010
IMG-20150718-WA0046
IMG-20150718-WA0043
Guguk-kusu
rota
Başlıksız-1
IMG_1600
CIMG3852
CIMG3190
DSC_1151
230
209461_10150184225272822_2683756_o
Başlıksız-1
CLvRA5
forest-04
12208300_10153657156922822_4462313531267070309_n
essay-writing
01-reading-a-book
tumblr_inline_n9n20p54yM1rba57i
200_s
cinema
tumblr_static_81kiply24twco4wssskgcsccs
e7fa4ff3aa7a8bdcda0c0010168798cb
spiral-the-great-circle-of-life-from-sacred-of-geometrys-facebook-page-946305_541235905913355_146467
wallpaper-nature-rainy-season
cffe67ff937c218b416c198ba3a43ded
rangi-papa
painting
rainy-weather-bamboo-tree-tattoo-design

             1980’de, Doğu Karadeniz’in bir köyünde, hayatı boyunca hiç manikür ve pedikür yaptırmayacak bir primat olarak dünyaya gelmiş. Kaçkar dağının eteklerinde, inekler, keçiler ve kartallar tarafından bir dağ kızı olarak yetiştirilmiş. Dağların keskin soğuğu cildini yakmış, Çoruh nehrinin azgın dalgalarında saçlarını yıkamış ve çok elma yemiş. O yüzden yanık tenli, kıvırcık saçlı ve kırmızı yanaklı olmuş.

Denizi ve asfalt yolları ilk defa 8 yaşındayken, ailesiyle beraber İstanbul’a taşınınca görmüş. Yüzmeyi 30 yaşında öğrenmiş. 30 yaşında gördüğü okyanusun derinliğinden çok korkmuş. Hala iyi yüzemiyormuş. Onu kartallar büyüttüğü için yüzmek yerine uçmayı tercih ediyormuş.

Çocukken başı kesik bir tavuğun hala koşabildiğini görünce travma geçirmiş. Kendi türünün omnivor bir hayvan olduğu gerçeğini bir türlü kabul edememiş. Bu yüzden türüyle hep kavga etmiş. Kedileri çok severmiş ama canlıların doğada yaşaması gerektiğine inanırmış, o yüzden şehirdeki evlerde kedi besleyemezmiş.

Yazı yazmayı öğrendiği günden beri günlük tutarmış. İlk-orta-lise ve üniversite eğitimini İstanbul'da tamamlamış. Mezun olduğu güzel sanatlar üniversitesi’nin rıhtımı, kendini ait hissettiği, özgürlüğünü ve yaratıcılığını keşfettiği ilk ve tek yer olmuş ama niyeyse yaşamak, öğrenmek ve para kazanmak için biraz acele etmiş. Üniversiteyi bitirmeden çalışmaya başlamış. Ama hiçbir zaman ihtiyacı olandan fazla para kazanamamış, bu yüzden ihtiyacı olandan fazlasını hiç harcamamış. Öyle ya da böyle bir gün okuldan mezun olmuş. Bir takım işler yapmış lakin kariyer yollarında da hiç öyle kendini paralamamış. Çünkü DNA diziliminde hırs denen gen yokmuş. Çalışmaktan çok sıkılmış. Uzakları merak etmiş. Vaktinden önce evlendiği adamla güney yarım kürenin en ucuna gitmiş. O kadar uzakta olmaktan çok korkmuş ve geri dönmüş. Kaldığı yerden devam etmek istemiş ama vaktinden önce evlendiği ve çok sevdiği adamdan ayrılmış. Çünkü kalbi kırılmış. Bir süre alçıda kalmış.

Yeni sayfalar açmış, yeni düzenler kurmuş, yeni insanlar tanımış, kırılan yerlerini alçılara sardırmış, yılmamış kırık dökük yola devam etmiş. Yaşama ve insanlara olan tutkusunu, merakını hiç giderememiş. Çok kitap okumuş ama kafa karışıklığı hiç geçmemiş. Sorunun ne olduğunu bir türlü çözememiş; babası mı onu sevmemiş, iyi bir vatandaş mı olamamış, öğretmenleri ona yanlış şeyler mi öğretmiş... muamma! 

Belki de lanetli hafızasıdır tek suçlu!

“Küçük şeyleri unutamayanlar, en geri hatıraları da unutamayanlardır. Hafızalarının bu bahtsız kuvveti karşısında hiçbir memleket, hiçbir vatan tutamadan her yeri, her şeyi severek öleceklerdir.” Sait Faik Abasıyanık

İşte böyle olmuş Evrim.

Evrim Kim?

Join my mailing list

Search by Tags

© 2023 by Going Places. Proudly created with Wix.com

bottom of page