Cııııırtttt… cırttt…cııııııııırttttt…
Deli etti artık beni bu koli bandının sesi.
Komşuları da gece gece rahatsız ettim. Sabahtan beri sarıp sarmalayıp, paket yapıp kutulara yerleştiriyorum eşyaları. Kutuları kategorize ediyorum, kırılgan eşyalar, sıkıcı eşyalar, süslü eşyalar…
Kızıp, gereksiz olanları atıyorum, bazılarını atmaya kıyamıyorum bir ihtiyacı olana veririm diye bir kenara ayırıyorum. Ayırdığım kenardan alıp yine başka bir kenara ayırıyorum. Kenar kenar, kutu kutu toplanıyorum…
Yarın sabah ben taşınıyorum. “Ben taşınıyorum” kulağa ne tuhaf geliyor. Sanki taşırlar beni oradan oraya, bir eşya gibi! Edilgenlik kazanıyor insan sonradan. Ben değil eşyalarım taşınacak yarın sabah, hayatım taşınacak. İnsan ömür boyu taşımak ya da taşıtmak zorunda kalıyor bir şeylerini. Kim kimi, neyi taşıyor diye düşünürken son kutuyu yaptığımı fark ediyorum. Oh be! Nihayet bitiyor. Etrafıma bakıyorum kutulardan adım atacak yer kalmamış. Kaç kutu yaptığımı sayıyorum;
1..2..3..
"oooo kutu kutu pense elmamı yerse…”
Nereden dolandı şimdi bu saçma tekerleme dilime… devamı neydi bunun?…
“kutu kutu pense elmamı yerse…………
Hah!... Hatırladım!
"kutu kutu pense elmamı yerse arkadaşım …….. arkasını dönseeeeeee”
Çocukken bu oyunu hiç sevmezdim. Çünkü birine sırtını dönmek tuhaf gelirdi. Kutularımda da başka şeyler var zaten şimdi; kaygılar, korkular, kırgınlıklar… Çok ağır oldu bu kutular be!
Yorgunluktan ölüyorum, boş bir koltuğun kenarına ilişiyorum. Elma yeşili duvarda, yuvarlak, soluk bir lekeye takılıyor gözlerim. Duvar saatinin izi! Kendisi yok ama orada asılıymış gibi saatin tik tak sesleri geliyor kulağıma. Vakit geç oldu. Gözlerim kapanıyor. Uyku baldan tatlı!
Sabah oluyor, tatlı sayılabilecek uykumdan uyanıyorum.
“İyi ki taşınıyoruz?” diyorum sırtımda taşımaktan bıkmadığım adama.
Bu hayat bize ağır geliyor buyurun siz taşıyın diye nakliye şirketlerinden biriryle anlaştık. Onlar tecrübeli, biliyorlar hayatın yükünü nasıl taşıyacaklarını. Güçlü kuvvetli, yanık tenli, Yozgat’lı, yırtık ayakkabılı, yedi hamal geldi eşyalarımızı taşımaya. Öğrettiler bana hayatın sırrını. Onları izledikçe kendi ağırlığımda ezildim. Ben de o an bir çeşit hamal gibiydim. Üstleri başları yırtık, kir pas içinde. Benim kutu kutu para verip aldığım bir sürü gereksiz eşyayı hiç hayıflanmadan taşıyorlardı. Heyhat! Çok acımasızsın!
“E şimdi sende saçmalıyorsun ha! rugan ayakkabı ve ütülü pantolonla mı taşıyacaklardı eşyalarını?” diye cevap veriyor iç sesim. Hamallar yatak odasının aynasını taşıyorlardı o sırada. Önümden geçtiler. O her şeyi gösteren ayna yüzlerdeki azabı, can sıkıntısını ve ekmek kavgasını da gösteriyordu o an. Bundan sonra yapacak tek şey kalıyor geriye! Daha az çul çaput ama daha çok onurla yaşamakta mümkün...
(2008)