top of page

El-Araf

  • Evrim Aykan
  • 14 Ara 2016
  • 2 dakikada okunur

Sabah 8:45’de evden çıktı.

İş yerine ulaşmak için her gün 2 km yürürdü.

İlk 100 metrede hırçın bir köpekle karşılaştı.

Nefesini tuttu! Yanından geçti!

Köpeği görmemiş gibi yaptı.

Köpek de aynı blöfü ona yapıyormuş.

Arkasından havlayınca anladı.

Sokaktan çıkıp caddeye ulaştı.

Yolun karşısına geçti.

Tam adımını yola atmıştı ki hızla gelen bir minibüsün rüzgarı yüzünü yaladı.

Havada kalan adımını yavaşça yere indirdi.

Okkalı bir küfür savurdu. Yola devam etti.

500 metreyi geride bıraktı.

Bankaya uğradı.

Sıra numarası aldı.

Bekledi bekledi sıra ona bir türlü gelmedi.

İşe geç kalıyordu. Bankadan çıktı.

Park etmek için geri geri gelen bir arabayı son anda fark etti.

Neredeyse onu ezecekti.

Çıldırdı!

Şoföre saldırmak için atak yaptı,

fakat şoförün dünyadan haberi yoktu.

Bugün herkes kör olmuştu. Kimse onu fark etmiyordu.

İnsan denen bu mahlukların kabalığı artık onu delirtiyordu.

Taktığı güneş gözlüğünden midir nedir,

güneş sanki her şeyi parçalıyor,

renkler ve dokular darmadağınık görünüyordu.

Her taraftan burnuna kokular geliyordu.

Yanından geçen herkesin bir aurası vardı,

o auranın kişiye özel rengi vardı,

ve o auraya ait özel kokular vardı.

İnsanlar sabah farklı, akşam farklı kokuyorlardı.

İş yerine 200 metre kaldı.

Karşıdan karşıya geçmesi gereken bir yol ağzına vardı.

Yolu geçti.

Park edilmiş arabalarla dolu bir engelle daha karşılaştı.

Daracık yerlerden bir sürüngen gibi kıvrılarak geçti.

İş yerine ulaşmak için geriye kalan son 100 metre kaldı!

Çift taraflı kaldırım ve tek yönlü bir araç yolundan ulaştı.

Kaldırımdan yürümek zorundaydı

fakat tekrar yine onlarca engelle karşılaştı.

Dükkanlardan kaldırıma taşan tabelalar, tabureler, çöpler,

önüne sırnaşıkça uzanmış kediler,

köpek bokları,

yerden kopan kaldırım taşları,

üstüne üstüne yürüyen kaba insanlar...

Araç yolundan yürüse olmuyor, kaldırımdan yürüse olmuyor, ne yapmalı?

En iyisi uçmalı!

Uçabilirdi aslında ama eski alışkanlıklar işte!

insanlar gibi yürümekten vazgeçemiyordu bir türlü.

Şu köşeyi de dönünce…

işteeeee El-Araf.

Tam 500 yıldır bu seyahat acentasında çalışıyor.

Ve her sabah evinden çıkıp El-Araf'a gelmek sadece 20 dakikasını alıyor.

Bu süreçte yaşayan insanlarla mümkün olduğunca temas ediyor,

onları tanımaya, keşfetmeye ve hatırlamaya çalışıyor.

Meslek icabı yani!

Bazen yaşarken tanıdığı insanların torunlarına rastlıyor

ve bir gün onların da “ruhlar âlemine” geçmek için bu acentaya geleceklerini biliyor.

Nereye gideceğini bilmeyen şaşkın ve üzgün ruhlarla çalışmayı çok seviyor

ama “yaşayan bir insan olduğu günleri” de çok özlüyordu.

Bir çeşit şark görevindeydi şimdi.

Tanrı O’na verdiği sözü tutacak bir gün.

Hayata dönmek için dayanmak zorunda bir kaç asır daha.

İnsanların arasında yeniden görünen bir canlı olacak,

onu fark eden kediler irkilmeyecek,

köpekler anlamsız yere havlamayacaklardı.

Onun da bir rengi, bir kokusu olacak, sabah farklı akşam farklı kokacaktı.

Kaldırımda yürüyen insanlar onu da fark edip yol vereceklerdi.

Hatta belki yeniden birine aşık olabilirdi.

Çok değil 1000 yıl daha sabrederse!

Her sabah sokaklarda kayıp ruh arıyordu ve çok çalışıyordu,

bu yüzyılın sonunda aldığı primlerle ilah Faro'nun ülkesine tatile gitmeyi planlıyordu.

Tam da kariyerinin zirvesindeyken şimdi bırakamazdı bu işi.

Kimi nereye göndereceğini ondan iyi bilen yoktu.

Kayıp ruhları onun kadar tanıyan, anlayan biri olamazdı.

Gönderdiği ruhlardan her yüz yılda bir kart alırdı

O zaman işte tüm dünyalar onun olurdu.

Şimdi sabah sabah yaşadığı tüm o aksilikleri bir kenara bırakmalı

ve işinin başına dönmeliydi.

Bugün onu lobide bekleyen tam 200 seyahatçi ruh vardı…

(2008)

Comments


You Might Also Like:
IMG-20150726-WA0096
IMG-20150726-WA0032
IMG-20150726-WA0029
IMG-20150726-WA0027
IMG-20150724-WA0075
IMG-20150722-WA0082
20150720_081023
20150723_171052
IMG-20150721-WA0002
IMG-20150721-WA0010
IMG-20150718-WA0046
IMG-20150718-WA0043
Guguk-kusu
rota
Başlıksız-1
IMG_1600
CIMG3852
CIMG3190
DSC_1151
230
209461_10150184225272822_2683756_o
Başlıksız-1
CLvRA5
forest-04
12208300_10153657156922822_4462313531267070309_n
essay-writing
01-reading-a-book
tumblr_inline_n9n20p54yM1rba57i
200_s
cinema
tumblr_static_81kiply24twco4wssskgcsccs
e7fa4ff3aa7a8bdcda0c0010168798cb
spiral-the-great-circle-of-life-from-sacred-of-geometrys-facebook-page-946305_541235905913355_146467
wallpaper-nature-rainy-season
cffe67ff937c218b416c198ba3a43ded
rangi-papa
painting
rainy-weather-bamboo-tree-tattoo-design

             1980’de, Doğu Karadeniz’in bir köyünde, hayatı boyunca hiç manikür ve pedikür yaptırmayacak bir primat olarak dünyaya gelmiş. Kaçkar dağının eteklerinde, inekler, keçiler ve kartallar tarafından bir dağ kızı olarak yetiştirilmiş. Dağların keskin soğuğu cildini yakmış, Çoruh nehrinin azgın dalgalarında saçlarını yıkamış ve çok elma yemiş. O yüzden yanık tenli, kıvırcık saçlı ve kırmızı yanaklı olmuş.

Denizi ve asfalt yolları ilk defa 8 yaşındayken, ailesiyle beraber İstanbul’a taşınınca görmüş. Yüzmeyi 30 yaşında öğrenmiş. 30 yaşında gördüğü okyanusun derinliğinden çok korkmuş. Hala iyi yüzemiyormuş. Onu kartallar büyüttüğü için yüzmek yerine uçmayı tercih ediyormuş.

Çocukken başı kesik bir tavuğun hala koşabildiğini görünce travma geçirmiş. Kendi türünün omnivor bir hayvan olduğu gerçeğini bir türlü kabul edememiş. Bu yüzden türüyle hep kavga etmiş. Kedileri çok severmiş ama canlıların doğada yaşaması gerektiğine inanırmış, o yüzden şehirdeki evlerde kedi besleyemezmiş.

Yazı yazmayı öğrendiği günden beri günlük tutarmış. İlk-orta-lise ve üniversite eğitimini İstanbul'da tamamlamış. Mezun olduğu güzel sanatlar üniversitesi’nin rıhtımı, kendini ait hissettiği, özgürlüğünü ve yaratıcılığını keşfettiği ilk ve tek yer olmuş ama niyeyse yaşamak, öğrenmek ve para kazanmak için biraz acele etmiş. Üniversiteyi bitirmeden çalışmaya başlamış. Ama hiçbir zaman ihtiyacı olandan fazla para kazanamamış, bu yüzden ihtiyacı olandan fazlasını hiç harcamamış. Öyle ya da böyle bir gün okuldan mezun olmuş. Bir takım işler yapmış lakin kariyer yollarında da hiç öyle kendini paralamamış. Çünkü DNA diziliminde hırs denen gen yokmuş. Çalışmaktan çok sıkılmış. Uzakları merak etmiş. Vaktinden önce evlendiği adamla güney yarım kürenin en ucuna gitmiş. O kadar uzakta olmaktan çok korkmuş ve geri dönmüş. Kaldığı yerden devam etmek istemiş ama vaktinden önce evlendiği ve çok sevdiği adamdan ayrılmış. Çünkü kalbi kırılmış. Bir süre alçıda kalmış.

Yeni sayfalar açmış, yeni düzenler kurmuş, yeni insanlar tanımış, kırılan yerlerini alçılara sardırmış, yılmamış kırık dökük yola devam etmiş. Yaşama ve insanlara olan tutkusunu, merakını hiç giderememiş. Çok kitap okumuş ama kafa karışıklığı hiç geçmemiş. Sorunun ne olduğunu bir türlü çözememiş; babası mı onu sevmemiş, iyi bir vatandaş mı olamamış, öğretmenleri ona yanlış şeyler mi öğretmiş... muamma! 

Belki de lanetli hafızasıdır tek suçlu!

“Küçük şeyleri unutamayanlar, en geri hatıraları da unutamayanlardır. Hafızalarının bu bahtsız kuvveti karşısında hiçbir memleket, hiçbir vatan tutamadan her yeri, her şeyi severek öleceklerdir.” Sait Faik Abasıyanık

İşte böyle olmuş Evrim.

Evrim Kim?

Join my mailing list

Search by Tags

© 2023 by Going Places. Proudly created with Wix.com

bottom of page