top of page
Ara

Kazancakis ve Zorba

  • Evrim Aykan
  • 15 Ara 2016
  • 5 dakikada okunur

Nikos Kazancakis bir hukuk doktoru, bir şair, bir siyasetçi ve bizi kendisine aşık eden uslanmaz bir hümanist. 1883’de Girit’de doğmuş ve 1957’de lösemi hastalığına yakalanarak hayatını kaybetmiş.

Varoluşçuluk akımını benimsemiş. Mezar taşına şunu yazdırmış; “Hiçbir şey ummuyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm.”

1946'da, Yunan Yazarlar Topluluğu tarafından Nobel Edebiyat Ödülü için kurula tavsiye edilmiş ve 1957 yılında, bu ödülü 1 oy farkı ile Albert Camus'a kaptırmış. Camus ödülü aldıktan sonra, Kazancakis'in bu ödülü kendisinden yüzlerce kez daha fazla hakettiğini söylemiş.

Homeros, Buddha, Bergson, Nietzche ve Aleksi Zorba gibi isimler Kazancakis’in ruhunda derin izler bırakmış. Fakat hiç şanı şöhreti olmayan, ne şair ne de bir düşünür olan Aleksi Zorba’yı bu dev kadrodan ayrı tutarmış;

“Eğer bugün, dünyada bir ruh kılavuzu, Hintlilerin dediği gibi bir “guru” seçmem gerekseydi; kesinlikle Zorba`yı seçerdim.” demiş.

Kazancakis’in nezdinde Zorba’nın önemini bu cümleden anlamak mümkün sanırım.

Zorba sadece bir roman kahramanı mıdır yoksa etten kemikten gerçekten yaşayan bir insan mıdır sorusu zaman zaman kafaları karıştırmış. Fakat Kazancakis’in Üsküp’de yaşayan kızıyla bir Alman televizyonuna verdiği röportajdan anlaşılıyor ki, Zorba yaşamıştır ve Kazancakis’in hayatında da önemli bir yere sahiptir. Bu konuyu açıklığa kavuşturduysak rahatlayabiliriz artık.

Kazancakis bugün ki şöhretine, 1964 yılında gösterime girmiş "Zorba the Greek" adlı sinema filmiyle kavuşmuş. Bu film, aynı ismi taşıyan kendi kitabından uyarlanmış. 1964 tarihinde yayınlanmış kitabın konusu kısaca anlatmak gerekirse;

Hayattan fazlaca bir beklentisi olmayan mutsuz İngiliz yazar, Yunan asıllı Basil’e Girit'te bir maden ocağı miras kalmıştır. Hayatına yeniden bir çeki düzen verme umudunu taşıyarak adaya gelen Basil burada aşırı davranışları olan, kaba saba ama hayata şehvetle bağlı orta yaşlı bir Yunanlı olan Aleksi Zorba ile tanışır. Kendisini adeta himayesine alan Zorba'nın kendisine kabul ettirmeye çalıştığı hayat tarzının bir parçası da yenilgileri umursamamaktır. Zorba'ya göre yenilgiler hayatın kaçınılmaz parçalarıdır ve ancak yenilginin sürekli olarak tadılması ile hayatın zaferlerinin tadına varılabilir. Zorba sayesinde Yunanlıların dünyevi zevklerini keşfettikçe Basil'in hayata bakış açısı git gide değişmeye başlar.* (Vikipedi)

Bir okuyucu olarak Aleksi Zorba’yı Kazancakis’in gözüyle daha yakından tanımaya çalışalım.

Zorba, Basil’in Yunanistan için savaşa giden arkadaşının boşluğunu doldurmuştur. Patron (Zorba, Basil’e “patron” diye hitap eder) Budizm’le ilgilidir fakat aradığı yanıtları Buda’da bulamamıştır. Yanıtlar Zorba’nın hayat tecrübesinde ortaya çıkınca Patron ve Zorba yakınlaşmıştır.

Zorba ihtiyar bir bilgedir. Onun bilgeliği zamanla Kazancakis’in bilgeliğine dönüşecektir. Yaşamla ilgili pek çok soruya yanıt veren Zorba’yı ve düşüncelerini basit ve ustalıklı bir anlatımla okuyucuya aktaran Kazancakis, çoğu zaman içinde bulunduğumuz durumlara biraz uzaktan bakmayı öğretmiştir.

Zorba hemşehrisi Büyük İskender gibi bir kılıç darbesiyle bütün sorunları çözebilmektedir. Patron Zorba’nın “okula gitmediği için beyninin bozulmamış olduğunu” düşünür. Zorba’nın kalbi ilkel cesaretini kaybetmeden genişlemiştir. Zorba, ne iyilik için sevinen, ne kötülük için üzülen bir adamdır. Her an ölümü düşünerek yaşamak neyse, hiç ölümü düşünmeden yaşamak da aynı şeydir. Türkler Atina`yı alsa veya Yunanlılar İstanbul`u alsa onun için hiç önemi yoktur zira vatan ve millet anlayışlarından nefret etmektedir. Lakin bir akşam bir Bulgar köyünü nasıl yaktığını, onu saklayan Bulgar hanımının da alevler içinde ne feci şekilde can verdiğini anlatır. Bulgar çetecilere karşı, Girit ayaklanmasında da Türklere karşı savaşmış olmasına karşın gençlik heyecanı ile savaştığını ve bundan pişman olduğunu söyler. Ölümle defalarca burun buruna gelmesi nedeniyle yaşama sıkıca bağlanmıştır.

Zorba cesurdur. Patronu ve işçileri çöken madenden tereddüt etmeden kurtarmayı başarmıştır. Zorba çalışkan ve azimlidir. Öyle ki, çalışacağı zaman sadece çalışır, hayatla işi birbirinden ayırır, işçileri sonuna kadar ama mertçe sömürür ve işine patronu dahi karıştırmamaktadır.

Zorba bir çapkındır. Zorba’nın hayatta en değer verdiği canlı kadındır. Kadınlar onun için kutsaldır."Yatağında yalnız yatan her kadından bir erkek sorumludur" ya da "bir kadın bir erkeği yatağına davet ettiğinde, o erkek redederse bu teklifi, yaşamı boyunca hatta yaşamından sonra da lanetlenir" der. Kadınların hiç kapanmayan bir yarası olduğunu düşünür. Sevdiği her kadını ilk aşkı gibi severken, ettiği her lafın sonunda ya da başında “şeytan götürsün kadını” der. Kadınsız bir hayatı düşünemez Zorba ama kadının yaradılışına da isyan eder.

“Bu karasızlık geçidini, şarlatanlık tapınağını, bu günah testisini, bu hile otlarının dikilmiş bulunduğu tarlayı, bu cehennemin giriş yerini, bu kurnazlık taşan sepeti, bu bala benzeyen zehri, ölümlüleri dünyaya bağlayan zinciri: kadını kim yarattı?”

Zorba bir dinsizdir. Aslında onun tanrısı papazın, manastırın olduğu yerlere uğramamaktadır. Onun tanrısı,“İnsanın kalbine sığacak kadar küçük ama evrenden daha büyük bir tanrıdır.” Bu bilinci ona kazandıran ihtiyar bir Türk’ü ve hayatına yön veren bir olayı şöyle anlatır; "Komşumuz Hüseyin Ağa çok yoksuldu, hanımı, çocukları da yoktu. Akşam eve geldi mi, avluda diğer ihtiyarlarla oturur, çorap örerdi. Ermiş bir adamdı Hüseyin Ağa. Bir gün beni dizlerine aldı; hayır duası eder gibi elini başıma koydu; `Aleksi` dedi, `Bak sana bir şey söyleyeceğim, küçük olduğun için anlamayacaksın, büyüyünce anlarsın. Dinle oğlum, Tanrı`yı yedi kat gökler ve yedi kat yerler almaz; ama insanın kalbi alır, onun için aklını başına topla Aleksi, hiçbir zaman insan yüreğini yaralama.` Bunları dinleyen Kazancakis şöyle hayıflanır: `Ah ben de soyut düşünce doruk noktasına ulaştığı, masal olduğu zaman ağzımı açmayı becerebilseydim. Ama bunu yalnız büyük bir ozan ya da bir halk, yüzyıllarca süren sessiz bir işleyişten sonra başarabilir."

Yani özetle denilebilir ki, Aleksi Zorba biraz da Hüseyin Ağa`nın eseridir.

Zorba bir yaşam klavuzudur. Özgür dimağların simgesidir. İnsani arayışın serüvenidir. Zorba Kazancakis’e ve tüm okurlara korkmamayı, hayatı sevmeyi ve ayakta durabilmeyi öğretmiştir.

Bir yazar olan Basil Zorba'ya bir soru sorar ve verdiği yanıtla Zorba, biz hikaye yazmaya sevdalanmışların kalbini birazcık kırar.

"Sen neden yazıp da, bize dünyanın bütün sırlarını anlatmıyorsun Zorba?" "Neden mi? Çünkü ben, senin dediğin o bütün sırları yaşıyordum, yazmaya vaktim yok da ondan. Bazen dünya, bazen kadın, bazen şarap bazen santur... Onun için, şu saçmalar yumurtlayan kalemi ele alacak zamanım yok. Böylece de dünya, kağıt farelerinin ellerine kaldı; sırları yaşayanların vakti yok; vakti olanlar ise sırları yaşayamıyorlar.” Zorba’nın cesaretsiz dediği bu kalemşörler olmasaydı, acaba biz bugün Zorba’yı ve onun gibi daha nice kahramanları nereden bilecektik! Bir gün de Zorba Patron’a kazık bir soru sorar; “Sen bir bavul dolusu sayfa okumuş olmalısın, belki bilirsin…Dünyaya özgürlüğün gelmesi için bu kadar çok cinayet ve alçaklık gerekli mi?” Patron bu soruya yanıt vermekte zorlanır fakat aklından geçenlere engel olamaz. “Tanrı dediğiniz şey yoktur, ya da Tanrı cinayetlerle alçaklıkları seviyor da ondan , ya da bizim cinayet ve alçaklık dediklerimiz, savaş ve dünya özgürlüğü için gereklidir… fakat aklından geçirdiklerini Zorba’ya söyleyemez ve başka bir açıklama yolu bularak şunları söyler; Gübre ve pislikten bir çiçek nasıl filizlenip beslenir? Varsay ki Zorba, insan gübre, özgürlük de çiçektir… Zorba yumruğunu masaya vurup , “iyi ama” der, “ya tohum?” Bir çiçeğin bitmesi için tohum gerekli. Bizim pis içimize, böyle bir tohumu kim koydu? Bu tohum niçin iyilik ve namusla beslenip çiçek açmasın? Ve kanla pislik istesin?” Belki Kazancakis ve Zorba bu cevapsız sorulara hayatları boyunca bir yanıt aradılar. Kendini kaybeden günümüz insanına verilecek cevapları olan bir kitap Zorba. Hümanizmin engin sularında yüzmek isterseniz mutlaka okumanızı tavsiye ederim.

You Might Also Like:
IMG-20150726-WA0096
IMG-20150726-WA0032
IMG-20150726-WA0029
IMG-20150726-WA0027
IMG-20150724-WA0075
IMG-20150722-WA0082
20150720_081023
20150723_171052
IMG-20150721-WA0002
IMG-20150721-WA0010
IMG-20150718-WA0046
IMG-20150718-WA0043
Guguk-kusu
rota
Başlıksız-1
IMG_1600
CIMG3852
CIMG3190
DSC_1151
230
209461_10150184225272822_2683756_o
Başlıksız-1
CLvRA5
forest-04
12208300_10153657156922822_4462313531267070309_n
essay-writing
01-reading-a-book
tumblr_inline_n9n20p54yM1rba57i
200_s
cinema
tumblr_static_81kiply24twco4wssskgcsccs
e7fa4ff3aa7a8bdcda0c0010168798cb
spiral-the-great-circle-of-life-from-sacred-of-geometrys-facebook-page-946305_541235905913355_146467
wallpaper-nature-rainy-season
cffe67ff937c218b416c198ba3a43ded
rangi-papa
painting
rainy-weather-bamboo-tree-tattoo-design

             1980’de, Doğu Karadeniz’in bir köyünde, hayatı boyunca hiç manikür ve pedikür yaptırmayacak bir primat olarak dünyaya gelmiş. Kaçkar dağının eteklerinde, inekler, keçiler ve kartallar tarafından bir dağ kızı olarak yetiştirilmiş. Dağların keskin soğuğu cildini yakmış, Çoruh nehrinin azgın dalgalarında saçlarını yıkamış ve çok elma yemiş. O yüzden yanık tenli, kıvırcık saçlı ve kırmızı yanaklı olmuş.

Denizi ve asfalt yolları ilk defa 8 yaşındayken, ailesiyle beraber İstanbul’a taşınınca görmüş. Yüzmeyi 30 yaşında öğrenmiş. 30 yaşında gördüğü okyanusun derinliğinden çok korkmuş. Hala iyi yüzemiyormuş. Onu kartallar büyüttüğü için yüzmek yerine uçmayı tercih ediyormuş.

Çocukken başı kesik bir tavuğun hala koşabildiğini görünce travma geçirmiş. Kendi türünün omnivor bir hayvan olduğu gerçeğini bir türlü kabul edememiş. Bu yüzden türüyle hep kavga etmiş. Kedileri çok severmiş ama canlıların doğada yaşaması gerektiğine inanırmış, o yüzden şehirdeki evlerde kedi besleyemezmiş.

Yazı yazmayı öğrendiği günden beri günlük tutarmış. İlk-orta-lise ve üniversite eğitimini İstanbul'da tamamlamış. Mezun olduğu güzel sanatlar üniversitesi’nin rıhtımı, kendini ait hissettiği, özgürlüğünü ve yaratıcılığını keşfettiği ilk ve tek yer olmuş ama niyeyse yaşamak, öğrenmek ve para kazanmak için biraz acele etmiş. Üniversiteyi bitirmeden çalışmaya başlamış. Ama hiçbir zaman ihtiyacı olandan fazla para kazanamamış, bu yüzden ihtiyacı olandan fazlasını hiç harcamamış. Öyle ya da böyle bir gün okuldan mezun olmuş. Bir takım işler yapmış lakin kariyer yollarında da hiç öyle kendini paralamamış. Çünkü DNA diziliminde hırs denen gen yokmuş. Çalışmaktan çok sıkılmış. Uzakları merak etmiş. Vaktinden önce evlendiği adamla güney yarım kürenin en ucuna gitmiş. O kadar uzakta olmaktan çok korkmuş ve geri dönmüş. Kaldığı yerden devam etmek istemiş ama vaktinden önce evlendiği ve çok sevdiği adamdan ayrılmış. Çünkü kalbi kırılmış. Bir süre alçıda kalmış.

Yeni sayfalar açmış, yeni düzenler kurmuş, yeni insanlar tanımış, kırılan yerlerini alçılara sardırmış, yılmamış kırık dökük yola devam etmiş. Yaşama ve insanlara olan tutkusunu, merakını hiç giderememiş. Çok kitap okumuş ama kafa karışıklığı hiç geçmemiş. Sorunun ne olduğunu bir türlü çözememiş; babası mı onu sevmemiş, iyi bir vatandaş mı olamamış, öğretmenleri ona yanlış şeyler mi öğretmiş... muamma! 

Belki de lanetli hafızasıdır tek suçlu!

“Küçük şeyleri unutamayanlar, en geri hatıraları da unutamayanlardır. Hafızalarının bu bahtsız kuvveti karşısında hiçbir memleket, hiçbir vatan tutamadan her yeri, her şeyi severek öleceklerdir.” Sait Faik Abasıyanık

İşte böyle olmuş Evrim.

Evrim Kim?

Join my mailing list

Search by Tags

© 2023 by Going Places. Proudly created with Wix.com

bottom of page