Tanzanya hava alanına iniş yapar yapmaz 38 yıllık ömrümde fütursuzca işlettiğim zaman kavramıyla sert bir yüzleşme yaşadım. Gerçi onun öncesinde Kahire'de aktarma yaparken ufak bir öncü sarsıntı yaşamıştım; netice de Mısır da Afrika sınırları içine girmekte ve zamanın yavaşlığını biz hızlı ülke çocuklarına "yavaşlamaya giriş dersi" niteliğinde göstermekteydi!
Çokta abartılacak bir kalabalık olmamasına rağmen pasaport kontrol noktasında ve ülkeye girerken alınan vize kuyruğu sırasında harcanan zamana içim acıdı. Zira mal mal o kuyrukta beklemek yerine ben normal şartlarda o süre zarfında mesela 3 çeşit akşam yemeği pişirmiş, 100 sayfa kitap okumuş ya da 10 km sahil boyu yürüyüş yapmış olabilirdim. Ha bunların herhangi biri Afrika'ya giriş yapmak için beklediğin 2 saatten daha mı kıymetli diye sorsan yok işte geçmiş rutin hayatın içinde edindiğim saçma sapan alışkanlıklar ve hesaplardan öteye gidemiyor vereceğim cevaplar. N'apalım işte bu zamana kadar böyle gelmişti ve bir anda tüm bunları değiştirmek öyle kolay değildi. Sorun şu ki, her defasında aslında fiziksel bir sınırdan öte, görülmeyen psikolojik sınırlarla belirlenmiş başka ülke topraklarına geçerken, bu dünya düzeninin saçmalığı içinde bocalıyor ve şartlar değişmediği sürece seyahat etmenin saçmalığını sorguluyordum. Tüm gümrük kapılarına bir tekme koyup sınırın öbür tarafına çılgınlar gibi koşasım geliyor. Tıpkı bir film karesinde ki gibi arkamdan kurşunlar yağarken ben polis barikatlarını aştığımı hayal ediyorum.
Öyle hayallere dalmışken cep telefonuma bir mesaj geldi.
"Çoktan inmiş olmalısın, merak etme seni hava alanının dışında bekliyorum!" Evet tıpkı böyle yazıyordu! TÜRKÇE! Çünkü o benim ana dilimi benden daha iyi biliyordu.
Sözleştiğimiz saatten 1 saatten fazla gecikmiştim ve ben işlemlerin ne kadar ağır ilerlediğinden şikayet ederken o "Bana mı anlatıyorsun, ben Afrikalıyım, biliyorum burada işlerin ne kadar yavaş ilerlediğini, şimdi sen sakin ol diyordu.
O zaman rahat bir nefes almış ve kendime bir söz vermiştim, "Hiç kimsenin ve hiç bir koşulun keyfimi kaçırmasına izin vermeyecektim!" Lakin gel de bu deli kafaya laf anlat. Aradan 1 saat daha geçmişti, her bir dakika bana artık katlanılmaz geliyordu. Kafesinde duramayan, hırçın hırçın bir o yana bir bu yana saldırgan bakışlar fırlatan vahşi bir kaplan gibiydim 2 saatin ardına. Bir an geldi dişlerimi ne kadar sıktığımı ve "beklemek" denen bu illet duygunun ben de yarattığı bu huzursuzluğu neden kontrol edemediğimi sorguladım. İnsan ne garip bir yaratık; düşündüğünü düşünüyor, her şeyi biliyor anlıyor, bedeninin ruhunun dışına çıkabiliyor, dışarıdan bakabiliyor ama öfkesini kontrol edemiyor. Zaman'ı kontrol edememek ise beni en çok delirten duygulardan biri olmuştu şimdiye kadar. Etrafıma baktığımda benim dışımda bu kadar oflayıp puflayan başka birini göremedim. Herkes sırasının gelmesini bekliyor ve hiç kimse neden bu kadar işlemden geçtiğimizi ve her işlemin de neden bu kadar uzun sürdüğünü sorgulamıyordu.
Nihayet tüm işlemleri bitirip dışarı çıktığımda kocaman gülümsemesiyle Jamal'ı namı diğer bizim Cemal'i karşımda buldum, ona sarılmak tüm Afrika'ya sarılmak gibiydi ve o dakikadan itibaren tüm sitresim ve yorgunluğum geride kalmıştı. Hava alanından onun arabasıyla çıkıp 100 metre gitmemiştik ki, trafik ışıklarında bulunan yaya geçidinin üzerindeki çizgilerde durduğu için trafik polisinden ceza yedi. Fakat o yine yüzündeki kocaman ışıltılı gülümsemesiyle "Welcome to Africa" diyerek kalbimi fethetti.
Peki dedim o zaman ben de, teslim oldum sana Afrika, ehlileştir beni kollarında...