top of page
Ara

Mama Turkey

  • Yazarın fotoğrafı: evrimaykan9
    evrimaykan9
  • 13 Tem 2018
  • 3 dakikada okunur

Tanzanya'da üçüncü günüm. Plan; sabah erken kalkıp yetimhaneye gidilecek ve oradaki 4 akıllı çocuğun, daha iyi koşullardaki başka bir okula nakli için ufak bir sınava girmeleri gerekiyor, onlara bu konuda destek verilecekti. Planladığımız gibi yola çıktık. Asfalt yoldan ayrılıp, "Aşure" isimli yetim evinin bulunduğu bölgeye giriş yaptığımızda daracık çamurlu yolların ortasındaki dev çukurlardan geçerken altımızdaki zavallı arabanın çatırdayan akslarının sesini canım acıyarak duyuyordum. Derme çatma kurulmuş, kimi sacdan, kimi tuğladan, kimi kartondan inşa edilmiş ve adına ev denilmiş barakaların önünde yakılan ateşlerde kadınlar bir şeyler pişiriyordu. Dumanların içinden çıkan adamlar kafalarının üstündeki dev sepetlerde Hindistan cevizi taşıyorlardı. Keskin bir lağım kokusu vardı ve tüm bu sahneler bende karmakarışık duygular uyandırmıştı. Böyle sahneleri sadece belgesellerde izlemiştim ve tüm bunlar bir film karesi değildi şu an, gerçekti! Ağzımı burnumu yakan, yüreğimi dağlayan pür bir gerçekti bu... Yetimhanenin kapısına geldiğimizde, tüm bu çarçamurun içinde bebe mavisi renklere boyanmış bu bina, içimi ferahlatan mavi bir umut vermişti bana. Kocaman bir demir kapı vardı ve yerel kıyafetli sert yüzlü, sert bakışlı bir "maasai" açmıştı bize kapıyı. Ben her ne kadar buna şaşırmış olsam da, gördüğüm kadarıyla maasailer günlük hayatın içinde topluma karışmış vaziyetteler Tanzanya'da. Bir çok iş yerinde ve Darüsselam'ın sokaklarında bir sürü maasai'ye rastlamıştım şimdiye kadar. Benim için bu şaşırtıcıydı çünkü; bu savaşçı kabilenin göçebe yaşadıkları için şehirlerde yerleşik olamayacaklarını düşünmüştüm. Yanılmışım! Ve daha nice yanlış bildiklerimle ve karma karışık duygularla yetimhaneden girdim içeriye. Avluya açılan girişten geçtiğimizde "muzungu" gören çocuklar etrafımıza toplanmaya başladılar. Yetimhane görevlileriyle ve Türkçe konuşan Tanzanyal'ı Halima'yla tanıştım ilk önce. Halima Ankara Hacet tepe'de "Sosyal Hizmetler" bölümünde yüksek lisans yapıyor ve yaz tatilindeki boşluğu değerlendirmek için gönüllü olarak yetimhaneye gelmiş. Çocuklarla ilgileniyor ve İngilizce ders veriyor. Nasıl güzel bir insan anlatamam. Biz sohbet ederken, şebeklik yaparak diğerlerinden ayrılan 4 yaşlarında gürültücü bir pigme ve bir ablanın kucağında, kaç yaşında ya da kaç aylık olduğu bilinmeyen minnak bir bebek, bir de yüzünde ağlak bir ifadeyle topallaya topallaya bir kız çocuğu geldi yanımıza. Ayağı yara olmuş, canı yanıyormuş ondan ağlıyormuş ama ciddi bir şey olmadığını görünce rahatladım biraz. Hepsi çok ama çok güzel çocuklar ama Osman, Amid ve Salah yüreğimin en derinine, en anne yerine dokundular. Bunu yazarken bile burnumun direği sızlıy

or, gözlerim doluyor. Nerede hangi koşullarda doğacağımızı biz belirleyemiyoruz.

Coğrafya kaderimizi belirliyor. Osman'ın anne babası varmış mesela ama Osman kaybolmuş ve yetimhane ona sahip çıkmış. Minnak Amid'i babası karton bir kutuda yetimhanenin kapısına bırakmış. Salah'ın hikayesini bilmiyorum ama bu coğrafyada yetim bir kız çocuğu olarak hayatta kalmaya çalışması onun zaten en büyük hikayesi olsa gerek. "Bu çirkin dünyaya çocuk getirmek istemiyorum ben!" demiştim bir keresinde. Bunu duyan güzel bir insan da bana "dünya çok güzel, çirkin olan bizleriz!" demişti. Çok doğru söylemişti. O günden sonra da bu konudaki söylemimi ve dünyaya bakışımı değiştirmiştim. Şu an dünyanın en güzel kıtası Afrika'da seyahat etme fırsatı bulmuştum ben mesela. Neden benim ya da bir başkasının doğuracağı bir varlık dünyanın bu mucizevi güzelliklerinden yoksun kalsındı. Yetimhaneyi ve bu dünyanın en güzel çocuklarına verilen bu desteği ve yardımı gördükten sonra güzel insanlara olan tüm inancım ve umudum tazelendi. Artık hiç bir çirkinliğe bakmak, görmek ve inanmak istemiyorum. Evet dünya çok güzel bir yer ve evet tüm insanlar da bu güzel dünyaya aitler. Çirkiniyle güzeliyle, iyiliğiyle kötülüğüyle, siyahıyla beyazıyla. Varoluşumuza, tüm varoluşlara şükran doluyum. Yetimhanenin kurucuları olan Tanzanya'daki Türk büyük elçisi Ali Davudoğlu ve eşi Yeşim Davudoğlu(Mama Turkey olarak biliniyormuş buralarda!) bu dünyaya ait bu güzel insanların öncülerinden. Şimdi sıra bizlerde. Güzelliğin ve iyiliğin devamı için bu ve bunun gibi vakıflara, maddi ya da manevi destek vermeliyiz. Ki Salah okuyup doktor olabilsin ve ayağı yara olan yetim bir çocuğu iyileştirebilsin. Minik Amid okusun ve büyük bir sporcu olabilsin, ülkesini, güzel Tanzanya'yı temsil edebilsin. Ve Osman okusun ki, bir devlet Başkan'ı olabilsin ve ülkesindeki tüm yetim çocukları koruyabilsin. Halima mesela, okuyor şimdi. Üstelikte kendi ülkesinden binlerce km uzakta, benim güzel ülkem mama Turkey'de okuyor ve bu yetimler için gönüllü çalışıyor artık. İyilik ve mutluluk böyle bulaşıcı bir şey. Korkmayın Tifo'dan Sarı Humma'dan Malaria'dan! Korkmanız gereken asıl büyük bencilliklerimiz var. Egolarınızdan ve tatmin edemediğiniz hırslarınızdan korkun asıl...

You Might Also Like:
IMG-20150726-WA0096
IMG-20150726-WA0032
IMG-20150726-WA0029
IMG-20150726-WA0027
IMG-20150724-WA0075
IMG-20150722-WA0082
20150720_081023
20150723_171052
IMG-20150721-WA0002
IMG-20150721-WA0010
IMG-20150718-WA0046
IMG-20150718-WA0043
Guguk-kusu
rota
Başlıksız-1
IMG_1600
CIMG3852
CIMG3190
DSC_1151
230
209461_10150184225272822_2683756_o
Başlıksız-1
CLvRA5
forest-04
12208300_10153657156922822_4462313531267070309_n
essay-writing
01-reading-a-book
tumblr_inline_n9n20p54yM1rba57i
200_s
cinema
tumblr_static_81kiply24twco4wssskgcsccs
e7fa4ff3aa7a8bdcda0c0010168798cb
spiral-the-great-circle-of-life-from-sacred-of-geometrys-facebook-page-946305_541235905913355_146467
wallpaper-nature-rainy-season
cffe67ff937c218b416c198ba3a43ded
rangi-papa
painting
rainy-weather-bamboo-tree-tattoo-design

             1980’de, Doğu Karadeniz’in bir köyünde, hayatı boyunca hiç manikür ve pedikür yaptırmayacak bir primat olarak dünyaya gelmiş. Kaçkar dağının eteklerinde, inekler, keçiler ve kartallar tarafından bir dağ kızı olarak yetiştirilmiş. Dağların keskin soğuğu cildini yakmış, Çoruh nehrinin azgın dalgalarında saçlarını yıkamış ve çok elma yemiş. O yüzden yanık tenli, kıvırcık saçlı ve kırmızı yanaklı olmuş.

Denizi ve asfalt yolları ilk defa 8 yaşındayken, ailesiyle beraber İstanbul’a taşınınca görmüş. Yüzmeyi 30 yaşında öğrenmiş. 30 yaşında gördüğü okyanusun derinliğinden çok korkmuş. Hala iyi yüzemiyormuş. Onu kartallar büyüttüğü için yüzmek yerine uçmayı tercih ediyormuş.

Çocukken başı kesik bir tavuğun hala koşabildiğini görünce travma geçirmiş. Kendi türünün omnivor bir hayvan olduğu gerçeğini bir türlü kabul edememiş. Bu yüzden türüyle hep kavga etmiş. Kedileri çok severmiş ama canlıların doğada yaşaması gerektiğine inanırmış, o yüzden şehirdeki evlerde kedi besleyemezmiş.

Yazı yazmayı öğrendiği günden beri günlük tutarmış. İlk-orta-lise ve üniversite eğitimini İstanbul'da tamamlamış. Mezun olduğu güzel sanatlar üniversitesi’nin rıhtımı, kendini ait hissettiği, özgürlüğünü ve yaratıcılığını keşfettiği ilk ve tek yer olmuş ama niyeyse yaşamak, öğrenmek ve para kazanmak için biraz acele etmiş. Üniversiteyi bitirmeden çalışmaya başlamış. Ama hiçbir zaman ihtiyacı olandan fazla para kazanamamış, bu yüzden ihtiyacı olandan fazlasını hiç harcamamış. Öyle ya da böyle bir gün okuldan mezun olmuş. Bir takım işler yapmış lakin kariyer yollarında da hiç öyle kendini paralamamış. Çünkü DNA diziliminde hırs denen gen yokmuş. Çalışmaktan çok sıkılmış. Uzakları merak etmiş. Vaktinden önce evlendiği adamla güney yarım kürenin en ucuna gitmiş. O kadar uzakta olmaktan çok korkmuş ve geri dönmüş. Kaldığı yerden devam etmek istemiş ama vaktinden önce evlendiği ve çok sevdiği adamdan ayrılmış. Çünkü kalbi kırılmış. Bir süre alçıda kalmış.

Yeni sayfalar açmış, yeni düzenler kurmuş, yeni insanlar tanımış, kırılan yerlerini alçılara sardırmış, yılmamış kırık dökük yola devam etmiş. Yaşama ve insanlara olan tutkusunu, merakını hiç giderememiş. Çok kitap okumuş ama kafa karışıklığı hiç geçmemiş. Sorunun ne olduğunu bir türlü çözememiş; babası mı onu sevmemiş, iyi bir vatandaş mı olamamış, öğretmenleri ona yanlış şeyler mi öğretmiş... muamma! 

Belki de lanetli hafızasıdır tek suçlu!

“Küçük şeyleri unutamayanlar, en geri hatıraları da unutamayanlardır. Hafızalarının bu bahtsız kuvveti karşısında hiçbir memleket, hiçbir vatan tutamadan her yeri, her şeyi severek öleceklerdir.” Sait Faik Abasıyanık

İşte böyle olmuş Evrim.

Evrim Kim?

Join my mailing list

Search by Tags

© 2023 by Going Places. Proudly created with Wix.com

bottom of page