Tanzanya'da üçüncü günüm. Plan; sabah erken kalkıp yetimhaneye gidilecek ve oradaki 4 akıllı çocuğun, daha iyi koşullardaki başka bir okula nakli için ufak bir sınava girmeleri gerekiyor, onlara bu konuda destek verilecekti. Planladığımız gibi yola çıktık. Asfalt yoldan ayrılıp, "Aşure" isimli yetim evinin bulunduğu bölgeye giriş yaptığımızda daracık çamurlu yolların ortasındaki dev çukurlardan geçerken altımızdaki zavallı arabanın çatırdayan akslarının sesini canım acıyarak duyuyordum. Derme çatma kurulmuş, kimi sacdan, kimi tuğladan, kimi kartondan inşa edilmiş ve adına ev denilmiş barakaların önünde yakılan ateşlerde kadınlar bir şeyler pişiriyordu. Dumanların içinden çıkan adamlar kafalarının üstündeki dev sepetlerde Hindistan cevizi taşıyorlardı. Keskin bir lağım kokusu vardı ve tüm bu sahneler bende karmakarışık duygular uyandırmıştı. Böyle sahneleri sadece belgesellerde izlemiştim ve tüm bunlar bir film karesi değildi şu an, gerçekti! Ağzımı burnumu yakan, yüreğimi dağlayan pür bir gerçekti bu... Yetimhanenin kapısına geldiğimizde, tüm bu çarçamurun içinde bebe mavisi renklere boyanmış bu bina, içimi ferahlatan mavi bir umut vermişti bana. Kocaman bir demir kapı vardı ve yerel kıyafetli sert yüzlü, sert bakışlı bir "maasai" açmıştı bize kapıyı. Ben her ne kadar buna şaşırmış olsam da, gördüğüm kadarıyla maasailer günlük hayatın içinde topluma karışmış vaziyetteler Tanzanya'da. Bir çok iş yerinde ve Darüsselam'ın sokaklarında bir sürü maasai'ye rastlamıştım şimdiye kadar. Benim için bu şaşırtıcıydı çünkü; bu savaşçı kabilenin göçebe yaşadıkları için şehirlerde yerleşik olamayacaklarını düşünmüştüm. Yanılmışım! Ve daha nice yanlış bildiklerimle ve karma karışık duygularla yetimhaneden girdim içeriye. Avluya açılan girişten geçtiğimizde "muzungu" gören çocuklar etrafımıza toplanmaya başladılar. Yetimhane görevlileriyle ve Türkçe konuşan Tanzanyal'ı Halima'yla tanıştım ilk önce. Halima Ankara Hacet tepe'de "Sosyal Hizmetler" bölümünde yüksek lisans yapıyor ve yaz tatilindeki boşluğu değerlendirmek için gönüllü olarak yetimhaneye gelmiş. Çocuklarla ilgileniyor ve İngilizce ders veriyor. Nasıl güzel bir insan anlatamam. Biz sohbet ederken, şebeklik yaparak diğerlerinden ayrılan 4 yaşlarında gürültücü bir pigme ve bir ablanın kucağında, kaç yaşında ya da kaç aylık olduğu bilinmeyen minnak bir bebek, bir de yüzünde ağlak bir ifadeyle topallaya topallaya bir kız çocuğu geldi yanımıza. Ayağı yara olmuş, canı yanıyormuş ondan ağlıyormuş ama ciddi bir şey olmadığını görünce rahatladım biraz. Hepsi çok ama çok güzel çocuklar ama Osman, Amid ve Salah yüreğimin en derinine, en anne yerine dokundular. Bunu yazarken bile burnumun direği sızlıy
or, gözlerim doluyor. Nerede hangi koşullarda doğacağımızı biz belirleyemiyoruz.
Coğrafya kaderimizi belirliyor. Osman'ın anne babası varmış mesela ama Osman kaybolmuş ve yetimhane ona sahip çıkmış. Minnak Amid'i babası karton bir kutuda yetimhanenin kapısına bırakmış. Salah'ın hikayesini bilmiyorum ama bu coğrafyada yetim bir kız çocuğu olarak hayatta kalmaya çalışması onun zaten en büyük hikayesi olsa gerek. "Bu çirkin dünyaya çocuk getirmek istemiyorum ben!" demiştim bir keresinde. Bunu duyan güzel bir insan da bana "dünya çok güzel, çirkin olan bizleriz!" demişti. Çok doğru söylemişti. O günden sonra da bu konudaki söylemimi ve dünyaya bakışımı değiştirmiştim. Şu an dünyanın en güzel kıtası Afrika'da seyahat etme fırsatı bulmuştum ben mesela. Neden benim ya da bir başkasının doğuracağı bir varlık dünyanın bu mucizevi güzelliklerinden yoksun kalsındı. Yetimhaneyi ve bu dünyanın en güzel çocuklarına verilen bu desteği ve yardımı gördükten sonra güzel insanlara olan tüm inancım ve umudum tazelendi. Artık hiç bir çirkinliğe bakmak, görmek ve inanmak istemiyorum. Evet dünya çok güzel bir yer ve evet tüm insanlar da bu güzel dünyaya aitler. Çirkiniyle güzeliyle, iyiliğiyle kötülüğüyle, siyahıyla beyazıyla. Varoluşumuza, tüm varoluşlara şükran doluyum. Yetimhanenin kurucuları olan Tanzanya'daki Türk büyük elçisi Ali Davudoğlu ve eşi Yeşim Davudoğlu(Mama Turkey olarak biliniyormuş buralarda!) bu dünyaya ait bu güzel insanların öncülerinden. Şimdi sıra bizlerde. Güzelliğin ve iyiliğin devamı için bu ve bunun gibi vakıflara, maddi ya da manevi destek vermeliyiz. Ki Salah okuyup doktor olabilsin ve ayağı yara olan yetim bir çocuğu iyileştirebilsin. Minik Amid okusun ve büyük bir sporcu olabilsin, ülkesini, güzel Tanzanya'yı temsil edebilsin. Ve Osman okusun ki, bir devlet Başkan'ı olabilsin ve ülkesindeki tüm yetim çocukları koruyabilsin. Halima mesela, okuyor şimdi. Üstelikte kendi ülkesinden binlerce km uzakta, benim güzel ülkem mama Turkey'de okuyor ve bu yetimler için gönüllü çalışıyor artık. İyilik ve mutluluk böyle bulaşıcı bir şey. Korkmayın Tifo'dan Sarı Humma'dan Malaria'dan! Korkmanız gereken asıl büyük bencilliklerimiz var. Egolarınızdan ve tatmin edemediğiniz hırslarınızdan korkun asıl...